"Hamdım, piştim, yandım"...

Her yıl vefat yıl dönümünde değişik kurum ve kuruluşlar tarafından tertiplenen 'vuslat' merasimleri ile hayatı, hatırası ve mirası yâd edilen, çağının ve coğrafyamızın sönmeyen yıldızı Hz. Mevlâna için bu yıl da yani 742. vuslat yılında da değişik merasimler tertipleniyor, şiirleri okunuyor, sosyal mecralarda öğütleri paylaşılıyor.

Böyle bir atmosfere girilmişken ve hâlâ bu atmosfer etkisini sürdürüyorken bir kaç kelam da ben edeyim ve bu, öğütleri ile asırlar boyu etrafına ışık saçmış manâ önderini ben de yâd edeyim veyahut da yâdına vesile olma gayesi ile bir gayret de ben göstereyim istedim.

Hâl böyle olunca aklıma Aralık 2012'de takdimini gerçekleştirdiğim, Üsküdar Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı'nın "739. Vuslat Yılı" münasebetiyle tertiplediği, "Mevlevi Ayin-i Şerifi ve Sema Gösterisi" geldi.


***

Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi'ndeki geceye Hz. Mevlâna'nın şiirleri ile başlangıç vermiş, takdime geçince de girizgah babında şunları söylemiştim:

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Hz. Mevlâna, 17 Aralık 1273’te dâr-ı bekâya irtihal etmiştir. Diğer bir deyişle, dünyasını değiştirmiş, fani olan âlemden baki olan âleme geçmiştir.

Baki âleme inanan ve kendini baki âlemin ferahlığında, sevgilinin yanı başında olacağı günlere adayan bir manâ eridir Hz. Mevlâna…

Ölmek, yok olup gitmek değil vuslata ermektir, düğün bayram etmektir O’na…

O, 'bir gün öleceğim' diyerek üzülmemiş, aksine ölümüne düğün günü, düğün gecesi manâsına gelen 'şeb-i arus' demiştir.

Yaşamı boyunca çevresinde halelenen aşk ehline de hep bunu demiş, bunu öğütlemiştir.

Bizler, Hz. Mevlâna'yı takdim ve tarif ederken hep "büyük İslam Mutasavvıfı, Şair ve Düşünürü" deriz.

Evet, o bir İslâm Mutasavvıfıdır, ama aslında daha fazlasıdır.

Evet, o bir şairdir, ama aslında daha fazlasıdır.

Evet, o düşünürdür, ama aslında daha fazlasıdır.

Onun ortaya koyduğu her öğreti, her düstur ve her söz, onu her türlü tarifin üstüne çıkarmış, tariflere sığmayan bir noktaya taşımıştır.

Hz. Mevlâna, ortaya koyduğu bu düstur ve sözlerini tesirli kılan gücü ise kendisinden asırlar önce insanlığın üzerine doğan güneşe duyduğu muhabbetten almıştır.

Muhabbet ise insanoğlunu her türlü kimlikten sıyırır.

Muhabbet; insanoğlunu değişik kentlere, ülkelere hatta kıtalara bölüp, ayrı ayrı diyarlara savuran etkenlerin ayırıcı gücüne karşı, herkesi kendinde toplayan eşsiz güçte bir mıknatıstır.

Bu sebepledir ki, Hz. Mevlâna'nın "Gel, ne olursan ol yine gel" çağrısı, çağımızda bile dünyanın dört bir yanından kendisine cevap bulmaktadır.

Nitekim günümüz dünyasının en büyük sorunu muhabbet eksikliği ve yalnızlıktır.

Hz. Mevlâna'yı anmakla muradımız, işte bu kalplerde duyulan muhabbet eksikliği ve yalnızlık hissini azaltmaktır.

***

Zannediyorum o günden bugüne çok bir şey değişmedi, kalplerimiz halâ muhabbet eksikliğini tam manâsı ile gideremedi.

Bu eksikliği gideremediğimiz gibi muhabbetle sulanmayan gönüller ayrık otlarının zehrine kendisini teslim etti. 

Kin, öfke ve nefret tohumları boy verip yeşerdi. 

Netice ve bu neticeyi doğuran gerekçe ne olursa olsun, bahaneler üretmeden ve tembelliğe düşmeden (burada bilerek "miskinlik" tabirini kullanmadım. Çünkü, mahviyeti ifade eden bu kelimeye günümüzde yanlış olarak, "tembellik" manâsı yükleniyor.) tezelden, bu muhabbet eksikliğini gidermeli, bunun için ne gerekiyorsa her birimiz yüksünmeden gayret göstermeliyiz.   

Gayretkeş muhabbet ehlinden olmak ümidi ile...

Sağlıcakla ve muhabbetle kalın...